Forum Merkezi
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.
Forum Merkezi

Bilgi & Paylaşım
 
AnasayfaAnasayfa  PortalliPortalli  AramaArama  Latest imagesLatest images  Kayıt OlKayıt Ol  Giriş yapGiriş yap  

 

 KAZA VE KADER

Aşağa gitmek 
YazarMesaj
Çalıntı Gözyaşları
ADMİN ForumMerkezi Bilgi Paylaşım.!! www.forummerkezim.tr.cx
ADMİN ForumMerkezi Bilgi Paylaşım.!! www.forummerkezim.tr.cx
Çalıntı Gözyaşları


Mesaj Sayısı : 148
Yaş : 34
Nereden : ANKARA
Mevki : FM ADMİN
Tuttuğu Takım : BEŞİKTAŞ
Kayıt tarihi : 10/08/07

KAZA VE KADER Empty
MesajKonu: KAZA VE KADER   KAZA VE KADER Icon_minitimeCuma Ağus. 10, 2007 11:27 pm

Birisi Hz. Ali (a.s)'a kaza ve kader konusunu sorunca imam şöyle buyurmuştur.

"Yazıklar olsun sana sen kaza ve kaderin kesin ve mutlak bir şey olduğunu mu sanıyorsun? Böyle olsaydı artık sevap ve ceza vermenin bir anlamı kalmaz ve söz veren boş yere olurdu. Allah'u Teala kullarına ihtiyaren emir etmiş ve ihtiyaren de nehyetmiştir. Onların tekliflerini kolay kılmış zorlaştırmamıştır. Az bir amele karşılık olarak da çok sevap vermiştir. Allah-u Teala mağlup kılınarak isyan edilmemiş zorla da kimseyi itaat etmek mecburiyetinde bırakmamıştır. Peygamberleri oyuncak olsun diye göndermemiş, kitapları da boş yere nazil etmemiştir. Gökleri, yeri ve onların arasında bulunan varlıkları da batıl ve boş yere yaratmamıştır. "Bu kafirlerin hayalidir; cehennem ateşinden dolayı eyvahlar olsun kafirlere." (1)

Gayet açık bir beyandır bu.. Müslüman olan herkes bununla amellerinin sadece kendi irade ve ihtiyarından kaynaklandığına inanıyor.



Zira Allah-u Teala emretmiş, ama seçim hürriyetini de bize bırakmıştır. Hz. İmam Ali'nin "Allah kullarına ihtiyaren emretmiştir" sözünün anlamı da budur. Daha sonra, Hz. İmam Ali (a.s) konuya daha da açıklık getirerek şöyle buyurmuştur. "Allah mağlup kılınarak isyan edilmemiştir." Bu sözün anlamı şudur ki, Allah-u Teala insanları bir işi yapmak zorunda bırakmak isteseydi, kulları da birleşseydi yinede Allah'ın işine galip gelemezlerdi. Bu ise Allah-u Teala'nın itaat ve isyanda kullarına seçme özgürlügü verdiğini gösterir. Bunu Allah-u Teala şöyle açıklamıştır.

"De ki, hak Rabb'inizledir; isteyen iman etsin, isteyen de kafir olsun." (2)

Daha sonra, Emir'ul Mu'minin Ali (a.s) bu konuyu insanın kalbine yerleştirmek amacıyla insanın vicdanına hitap ederek konuyu açıklığa kavuşturan kesin bir delile işaret ediyor. O da şudur. "Bazılarının inandığı gibi eğer insan fiillerinde mecbur olsaydı, o zaman artık peygamber gönderip, kitap indirmek bir nevi oyun ve faydası olmayan abes bir iş olurdu. Allah-u Teala ise oyundan ve abes iş görmekten münezzehtir. Zira Peygamberlerin (Allah'ın selamı onlara olsun) gönderilmesi ve kitapların nazil olunması insanları ıslah edip onları zülümattan çıkarıp, nura hidayet ederek nefsani hastalıklarını tedavi etmek ve saadetli bir hayatın örnek yolunu onlara açıklamak içindir." Allah-u Teala buyuruyor ki:

"Şüphe yok ki bu Kur'an, insanlara en doğru bir yola sevk eder." (3)

Daha sonra Hz. Ali (a.s) sözünü, cebre inanmanın göklerin, yerin ve ikisi arasında bulunan varlıkların batıl yere yaratıldığına inanmayı gerektirdiğini açıklayarak sona erdiriyor.

Zaten Ehl-i Beyt imamları'nın (Allah'ın selamı onlara olsun) varlığı da İslami inanç ve kavramları ıslah etmek, ve bu yoldan kayanları tekrar doğru yola döndürmek içindir. Bu amaçla Ehl-i Beyt İmamları açıkça buyurmuşlardır ki:
"(Hakikat) Ne cebir doğrudur ve ne de tafviz; bu ikisinin arasında bir şeydir."
Bu kavramı Hz. İmam Sadık her insanın kendi aklıca kavrayacağı bir basit örnekle açıklamıştır. Birisi imam'a "Ne cebir doğrudur. ve ne de tafviz; bu ikisinin arasında bir şeydir" demekle neyi kastediyorsunuz?' diye sorunca, Şöyle buyurdu: "Yeryüzünde yürümen, yere düşmen gibi değildir."
Bunun manası şudur ki, biz yürürken kendi ihtiyarımızla yürüyoruz; ama düşmemiz irademizin dışında olan bir şeydir.

Böylece, kaza ve kader ile ilgili doğru görüş, cebir fikriyle tafviz fikri arasında bulunan bir fikirdir. Yani bir kısım işler bizim kendi elimizde olup kendi ihtiyar ve irademizle yaptığımız şeylerdir. İkinci kısım işler ise bizim irademizden hariçtir ve de bunlara karşı boyun eğmek zorundayız. Yani defetmek imkanımız da yoktur. Birinci bölümden dolayı hesaba çekiliriz; ama ikinci kısım işlerden dolayı bir sorumluluğumuz yoktur. O halde insan aynı anda hem muhtardır ve hem de mecbur.


A) İnsan bir iş hususunda düşünüp nihayeten yapmak veya yapmamak kararını aldığı fiillerinde muhtardır. Allah-u Teala buna işaret ederek buyurmuştur ki:

"Andolsun cana ve azasını düzüp koşana, derken ona kötülüğünü de çekinmesini ilham etmiştir, andolsun ki kim özünü iyice temizlemişse kurtulmuştur, muradına ermiştir, ve andolsun ki kim özünü kirletmiş, kötülüğe gömmüşse ziyana girmiştir." (4)

O halde nefsin tezkiyesi ve kirlenmesi insanın kendi seçimi sonucu olduğu gibi, felaha varmak ve zarara uğramak ta bu seçimin kesin ve adilane olan bir neticesidir.

B) İnsan onu kapsayan Allah-u Teala'nın irade ve meşiyetine boyun eğmiştir. Yani bütün bu evrene hakim olan kanunlarına karşı mecbur durumdadır. İnsan kendisinin erkek veya kadın cinsinden olmasını seçemez. İnsan hangi renk ve ırktan olmasını seçemez. İnsan hangi anne-babadan dünyaya geleceğini seçemez. Hatta insan cisim yapı ve boyunun ne kadar olmasını bile seçemez. Bundan başka genetik hastalıklar gibi kendi katkısı olmadan lehine veya aleyhine işleyen bir kısım tabii kanunlara boyun eğmek zorundadır. İnsan yoruldu mu uyur, dinlendikten sonra da uyanır. Acıktığı zaman yemek yer. Susadığı zaman su içer. gir ferahlık hissettimi neşelenip güler, bir hüzüne kapıldı mı ağlar ve üzülür. Vücut fabrikasında çeşitli hormon, hücre ve büyüme kabiliyeti olan, nütfeler üretilir. Bu arada biyolojik yapısı ise hayret verici bir tertip ve düzenle çalışmaktadır. Fakat bu insan hayatının her anında ve hatta ölümünden sonra bile ilahi inayetlerle çevrelendiğinin farkında dahi değildir. Allah-u Teala buna işareten şöyle buyuruyor:

"Yoksa insan sanır mı ki kendi keyfine bırakılır? Erlik suyundan dökülen bir katre değil miydi? Sonra bir kan pıhtısı oldu da onu yarattı, azasını düzüp koştu, derken ondan da erkek, dişi, çiftller yarattı; bunları yapanın, ölüyü diriltmeye gücü mü yetmez?" (5)

Evet ey Rabb'imiz, sen her eksiklikten münezzehsin ve bütün hamdlar da sana mahsustur. Ey bizim yüce Rabb'imiz, yaratıp düzenleyen sensin; takdir edip hidayet eden sensin; öldürüp dirilten sensin; bereketler sendendir; sen yücesin; sana muhalefet edip uzaklaşanlara ve seni hakkın gereği takdir edip tanımayanlara yazıklar olsun.

Abbasi halifesi Me'mun'un döneminde çeşitli ilim ve felsefelerin İslam aleminde söz konusu edildiği bir dönemde yaşayan ve ilimdeki üstünlüğü herkes tarafından tastik edilen hatta ondört yaşına varmadan zamanın en bilgini olarak tanınanın Ehl-i Beyt İmamlannm sekizincisi Hz. İmam Ali ibn-i Musa Rıza (a.s)'a imam sadık(a.s)'ın "Ne cebir doğrudur ve ne de tafviz; bu ikisi arasında bir şeydir" Sözünün manası sorulunca şöyle buyurmuştur:

«Allah-u Teala'nın bizim fiillerimizi yaptığını ve daha sonra da bize o fiillerden dolayı azap verdiğini sanan kimse cebre kail olmuştur. Allah-u Teala'nın yaratmak ve rızık işini-kendi hüccetlerine - tafviz ettiğini hayal eden bir kimse ise hak yoldan sapmıştır. Cebre kail olan birisi kafirdir; tafvize kail olan ise müşriktir. Ama "gerçek bu ikisi arasında bir şeydir" sözünün manası "Allah'ın emrettiği şeyi yapıp, nehyettiği şeyden kaçınmanın bir yolunun bulunduğuna inanmaktır."

Yani Allah-u Teala onu hayrı yapmaya veya terk etmeye kadir kıldığı gibi şerri de yapmaya veya terk etmeye kadir kalmıştır. Hayrı emretmiş şerden ise nehyetmiştir."

Bu söz ister tahsil görmüş olsun, ister okur-yazar olmasın her seviyede akıl sahibinin kavrayabileceği tam manasıyla yeterli ve doyurucu bir açıklamadır. Gerçekten de Resulullah'ın (s.a.v) Ehl-i Beyt hakkında buyurduğu şu söz ne de güzeldir.

"Onlardan (Ehl-i Beyt'ten) öne geçmeyin yoksa helak olursunuz ve onlardan geri de kalmayın ki yine helakete düşerseniz; onlara ilim öğretmeye de kalkışmayın ki onlar sizden daha bilgilidirler." (6)

Kaynaklar:

(1) Muhammed ibn-i Abduh'un yazdığı "Şerh-i Nehc'ul Belaga" c.4, s.673.

(2) Kehf suresinin 29. ayeti

(3) İsra suresinin 9. ayeti

(4) Şems suresi

(5) Kıyamet suresinin 36. ayeti

(6)- İbn-i Hacer'in yazdığı "Savaik'ul Muhrika', s148 - Mecmeu'z zevaid, c.9, s.163 - Yenabiu'l Mevedde, s.41 - Durr'ül Mensur, c.2, s.60 - Kenz'ul Ümmal, c.1, s.168 - Usd'ul Gabe, c.3, s137 - Abekat'ul Envar, c.3, s.184.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
 
KAZA VE KADER
Sayfa başına dön 
1 sayfadaki 1 sayfası

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
Forum Merkezi :: Din ve Ahlak :: Din ve Ahlâk-
Buraya geçin: