Ölüm, temel bir meseledir. İnsan duygu ve düşüncelerini en çok, ölüm ve ötesi üzerinde yoğunlaştırmalıdır. Bu hayatı doğru anlamanın da bir şartıdır. Dünya ahiretin ahiret dünyanın nesi olur? Bu sorunun cevabı mühim. Ölüm düşüncesiyle biz, insanın mahiyetini ve hayatın manasını kavrar gibi oluyuruz. Çünkü ölüm, hayatı bir bütün olarak kavramamıza vesile oluyor, dikkatlerimizi varlığın temel problemlerine çekiyor. Ölüm ve ahiretle irtibatı doğru kurulamamış bir hayat, sonsuzluk arzusuyla dolu olan insanı tatmin etmiyor. İnsan ruhu, fânilik damgası taşıyan varlıklarla teselli bulamıyor, bekâ (sonsuzluk) istiyor.
“Ölümün bizi nerede beklediği belli değildir” her an yolumuzun üstüne çıkabilir. Hüner işte o an, Azrail’e “hoş geldin” diyebilmektir. Bu, ölüme ve ötesine hazırlıkla olmaya bağlıdır. Ameli iyi olanlara Azrail, şefkatli bir doktor gibi gelir. Ölüm anında melekler, mümin kişiye arkadaşlık edip, tesellide bulunurlar. “Eğer sen mümin ve tatlı isen, ölüm de güzeldi ve tatlıdır. Lakin sen kafir ve acı isen, ölüm de kafir ve acı olur. Şu halde güzel ölümlerden değil, çirkin yaşanmış hayatlardan korkmalı. Ölümlere değil, günahlara ağlamalı. İslam, ölümü Allah’a cc ve dostlara kavuşma vesilesi sayar. Ölüm, dünyanın gam ve kederinden, gönül yorgunluklarından bir kurtuluştur. Kuşun kafesten uçuşudur.
“Ölümse, gülümse.” Hoş geldi sefalar getirdi. Yadırganacak, korkulacak ne var? “Her rind bu bezmin nedir encamı bilir.” Sıra bize geldiyse kalkıp gidilir. Nizam, hayatın hakimi olan Yüce Allah tarafından böyle kurulmuş. İnsanlar doğarlar, acı ve tatlı günler yaşarlar ve ölürler. Bu nizam, başımız gözümüz üzerine.
İşte geldik, gidiyoruz, şen kalasın fani dünya.